Sadece akılla ulaşılabilen bir yer var. Yürüyerek değil, trenle, uçakla, arabayla hiç değil, roketle veya UFO’yla ulaşılamayacak bir yer burası. Yalnızca zihnimizin derinliklerine daldığımızda ulaşabileceğimiz bir yer. Peki, bu yere hangi yolla varabiliriz? Acı verici bir şeyde bile gerçeği aradığımız için, neredeyse acımasız olacak kadar derin bir yolla. Bu zor yolu doğru kalp ile meraklı bir kâşif gibi ve amansız çabayla geçebiliriz. Fakat önümüzde duran en büyük engel ise burasıdır. Bu dünya dediğimiz yer. Yeryüzünden geçerken bilincimiz bizi dünyaya bağlıymışız gibi hissettirir. Eğer böyle hissetmeseydik yaşama bir dakika bile dayanamazdık. Öyle bir şey ki bu, vücudumuz minerallerine ayrılıp toprağa karıştığında; insan ‘’ben’’ dediği o öz nerede diye sormaktan alıkoyamıyor kendini. Yoksa “Gerçek” gerçeği görmemize izin vermeyen bir kapı mıydı? Bu dünyayı görenler, burayı hissedenler mağara duvarlarındaki gölgeleri görmeye mahkûm olanlar mı? Bazılarımız dünyanın aldatıcı bir perde olduğunu, fanilerin gözlerini büyülediğini hissediyoruz. Fakat irademiz çölde gördüğümüz suyun serap olduğunu anlamamıza izin vermeyerek rüyadan uyanmamızı engelliyor. İyi ve kötünün ötesinde bir yer olduğunu hayal dahi edemiyoruz. Ötesi, her şeyin ardına geçmek, bildiğimizi sandığımız her şeyi unutup, bilinmeyene bilmediğimiz bir akılla varabilmektir.
İnsanın bilinci neresindedir ya da nerededir diye sormuşumdur kendime. İdrakim ve izlenimlerimle beraber bilincimiz bir ağdan diye algılamaya başladım. Wi-Fi gibi düşünebiliriz. Telefonu olan herkes o ağa bağlanabiliyor. Telefon bir madde, tıpkı bedenimiz gibi. Madde kaynaktan bağlantıyı aldığında herkes kendi istikametinde yol almaya başlıyor. Öyle değil mi? Ben internette moda sayfalarında gezerken, sen arabalara bakıyorsun, ben roman okurken, sen oyun oynuyorsun. Kaynaktan bağlantı kesildiğinde izlediğin dünya yok ve sen de yoksun. Bilincimle çok küçükken tanışmıştım. Maddeyi izleyerek hissettim. Soğuğu, sıcağı görüyordum ve dokunmadan anlıyordum. Ama nereden görüyordum? Gözüm yoktu. Olduğum mekânla bir başka mekânda bulunabiliyordum. Birkaç gün öncesinde ne olduğunu duyabiliyordum. Fakat kulağım bile yoktu. Çünkü ben yoktum. Bunlar beni hiç şaşırtmadı, çünkü hala kaynağı göremiyordum. Wi-Fi bağlantısından öteye geçemiyordum. Algılayan ve algılanan mevcuttu. Madde ve maddeyi hareket ettirdiğini bize hissettiren o güç. Peki, bunları hangi sistem bilince hissettiriyordu? Ve “BİLİNÇ” neydi? Asıl soru buydu.
Bilinç dediğimiz şey de bir madde aslında. Beyin sinir sistemimizden yayın yapan… Bilinç maddede ortaya çıkar ve maddesel titreşimlerle görünür olur. Benim bir şeyi bilince aktarmam için dışarıda eylemler olur ve olayları içselleştirdikçe idrak oluşturulur. Dışsal eylemler beş duyu organımızdan süzülerek, içsel duygulara dönüşür. Elbette parmak izlerimizin farklı oluşu gibi herkesin dışsal eylemleri algılayışı ve içsel filtrelerinden bilince aktarışı farklıdır. Fakat aynı zamanda bilinç bir aynadan yansır gibi ruhun evrene yansımış davranışlarının maddedeki karşılığıdır. Bilincin hareket halindeki durumu maddeye, ifade bakımından ise durumu ruha aittir.
Bilinç madde ile iştirak eder. Beden denilen şuurlu maddeyi ortaya çıkartır ve bundan sonra bilinç tamamen bedenin mekanizmasına bağlanır Peki maddenin bundaki payı nedir? Aynada kendini bıçakladığında aynadaki aksin acı çekmez. Deneyimleri kaydeder. Bıçağı, üzüntülü hali, kanı, ölüm anını vs. Madde deneyimler, bilinç gözlemler. Madde tek başına eylemleri yapma kudretinden mahrumdur. Bilinç maddeye iştirak edince eylem oluşur.
İnsan dünyada tek başına olsaydı bilinç sahibi olamazdı. Bu yüzden insan topluluğu arasında eylem gereklidir. Bilince ancak kendimizi bir başkasının aynasından izleyerek varabiliriz. Bu yolu yazımın başında da dediğim gibi en acı olayda bile “ bu olay bize ne anlatıyor” diye kendimizi sorgulayarak geçebiliriz. İnsan savaşır, kavga eder, hırsızlık yapar, zengin olur, âşık olur, terk eder, çocuğu olur, seyahat eder vs. böylelikle etraftan gelecek reaksiyonları izler. Her eylemde aklımıza akıl eklenir. Her yaptığımız bize deneyimle öğretir. İyi, güzel, mutlu hissettiğimiz eylemler bize gerekli görünür. Ancak kötü gibi görünen olaylar büyük resimde lüzumsuz veya çirkin değildir. Sayısız işkence ve azap dolu eylemler tekâmül ahengi içinde zaruridir. Bize iyi ve kötü görünen her şey bu dünyanın illüzyonudur. Asıl olan bilinci geliştirecek gerekli eylemler maddeyle buluşur. Bu nedenle bilincin gelişimi için tüm duygu durumlarından geçmesi, eylemleri idrak etmesi ve doğru olanı deneyimle öğrenmesi gerekir. Dünyanın son bilinç merhalesine varmış bir insan daha ileri safhadaki dünyalara geçmek için buradaki görevini tamamlar. Çünkü dünyanın ne kadar sonsuz imkânları bulunursa bulunsun, bu dünya safhası bilincin ebedi tekâmül ihtiyaçlarını karşılamaya kâfi gelmez. Bilincin sonsuzluğu dünyadan dünyaya geçiş ile mümkündür. Bilincin sonsuzluğu gibi kâinatlar da sonsuzdur. Yeryüzünde hakikatin yansıyan suretlerini, manada hakikatin özünü buluruz.
Ve öz bilinçtir.
Gülnaz Yılmaz Olguncan
İstanbul / Şubat 2025