TÜRKİYE’DE TİYATRO EĞİTİMİ’NE GENEL BİR BAKIŞ VE MEZUNLAR SORUNU(Özellikle Yerel Yöneticilerin ve Milli Eğitim, Kültür ve Turizm Bakanlıklarının dikkatine)
Prof. Dr. Nurhan TEKEREK
Geleneksel tiyatromuzun usta-çırak ilişkisine dayanan eğitimi dışarıda tutarsak, ülkemizde bir disiplin olarak tiyatro eğitiminin başlangıç tarihini 1914 yılına, yani Dar-ül Bedâyii’nin kuruluşuna dek götürebiliriz. O yılların belediye başkanı, operatör Cemil Topuzlu, öncelikle Sultan Ahmet Meydanı’nda yaptırtmak istediği tiyatro binasının projesini fen işleri danışmanına hazırlattırır. Daha da önemlisi; bir okul ve tiyatro kurması için, Paris’ten Theatre Libre’nin kurucusu Andre Antoine’ın getirilmesine öncülük yapar. Böylece Dar-ül Bedâyii Antoine’ın hazırladığı ilke ve esaslara göre, kız-erkek üç yüz öğrencinin, teorik ve pratik eğitim göreceği bir müzik ve tiyatro okulu olarak kurulur. İstanbul’da kaldığı iki ay gibi kısa bir süre içinde pek çok işi kotaran Antoine yapılanma, sanat çevreleriyle iletişim kurma, görevlendirme, giriş sınavlarını düzenleme, öğrencileri belirleme gibi işleri gerçekleştirir. Ancak Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla ülkesine dönmek zorunda kalır. Bu girişim süreç içinde, gerek belediye konservatuvarı, gerekse İstanbul Şehir Tiyatrosu yapılanmalarıyla sürer ve bugüne gelir.
Cumhuriyet ve devrim coşkusunun yaşandığı ilk yıllarda, Atatürk’ün kültür-sanat politikası çerçevesinde eğitime başlayan bir başka tiyatro okulu da; konservatuvar biçiminde yapılandırılmış Ankara Devlet Konservatuvarı’dır. Oyunculuk eğitimi vermeyi hedefleyen ve bugün Hacettepe Üniversitesi’ne bağlı bir konservatuvara dönüşen bu okulun kaynağı Musikî Muallim Mektebi’dir. Ankara’nın Cebeci semtinde, eşraftan Şakir Ağa’nın oteli, Rus Sefareti Müsteşarı’nın evi ve eski Azerbaycan Sefareti ve altı odalı bir tekke kiralanarak Musikî Muallim Mektebi adıyla eğitim-öğretime başlar. 1927 yılında, müdür Zeki Üngör’ün çabasıyla aynı yerde yeni bir bina yapımına başlanır. Bugün Mamak Belediyesi’ne ait olan bina Musikî Muallim Mektebi olarak varlığını sürdürür. Kısa bir süre sonra, Atatürk’ün talebi ve onayıyla bu okulun konservatuvara dönüştürülmesine karar verilir. O yıllarda Berlin’de öğrenci müfettişi olan Cevat Dursunoğlu aracılığıyla Paul Hindemith bir müzik konservatuvarı kurması ve ilkelerini oluşturması için ikna edilir. 19 Ocak 1937’de, Hindemith bir danışman gibi çalışacağına ve musikî işlerine de bakacağına dair bir sözleşme imzalar. Bu arda Max Reinhardt’ın öğrencisi ve Deutsche Theater’in direktörü Carl Ebert’le de ilişki kurulur ve Carl Ebert 28 Şubat 1936’da inceleme yapmak üzere Türkiye’ye gelir. Sonunda 6 Mayıs 1936’da Paul Hindemith’in öncülüğünde yapılan bir sınavla alınan öğrencilerle konservatuvarın müzik bölümü eğitim-öğretime başlar. 1936-37 eğitim-öğretim yılında da, aynı dönemde, yirmi beş aday arasından seçilmiş üçü kız olmak üzere sekiz öğrencisiyle Tiyatro Bölümü’nde de eğitim-öğretime başlanır. Konservatuvar yasası da 1 Haziran 1940’ta yürürlüğe girer ve o yıla dek, Musikî Muallim Mektebi ve Temsil Şubesi adıyla eğitimini sürdüren okul Ankara Devlet Konservatuvarı adını alır. Ellili yılların sonlarına dek, bu iki konservatuvar ve halkevlerindeki amatör tiyatro çalışmalarıyla tiyatro, özellikle oyunculuk eğitimi sürdürülmeye çalışılır. Yani tiyatro eğitimi, salt oyunculuğa yönelik, tek boyutlu diyebileceğimiz bir yaklaşımla sürer. Tiyatro; sanat olduğu kadar aynı zamanda bir bilimdir de. Pek çok alanın ve disiplinin bir araya uyumlu bir şekilde gelişinden oluşan bir bireşimdir. Dolayısıyla kuram, tarih, yazarlık, dramaturgi, reji ve teknik öğeler gibi bir çok disiplinin de öğrenilmesini zorunlu kılmaktadır. Günümüzde Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi adıyla andığımız Tiyatro Bölümü’nün kuruluşu da bu düşüncelerle gerçekleşir. Akademik tiyatro eğitiminin başladığı ilk öncü kurum olarak da değerlendirilebilir bu okul. Tiyatro Araştırmaları Enstitüsü adıyla 1958 yılında Prof. Dr. İrfan Şahinbaş ve Prof. Dr. Bedrettin Tuncel’in öncülüğünde kurulan bu akademik yapının kuruluş gerekçesi; Cumhuriyet’in kuruluşundan o yıllara dek yapılan tiyatro faaliyetlerinin, tiyatronun geçmişine ve geleceğine dair çalışmaların bilimsel-akademik bir düzeyde ele alınması gerekliliğidir. Tiyatro sanatı, edebiyatın bir dalı olmasından dahaçok uygulama, yani eser, rejisör, aktör, sahne tekniği ile ilgili alanlar da göz önünde bulundurulduğunda, bağımsız ve bütünsel bir sanat olduğundan, bu alanlarda bilimsel çalışmaların yapılabilmesi adına böyle bir araştırma enstitüsü gereklidir, diye açıklanır.
DTCF dekanı Prof. Dr. Ekrem Akurgal’ın da desteğiyle Tiyatro Araştırmaları Enstitüsü’nün kuruluşu gerçekleşir. Enstitünün yönetimi Prof. Dr. Bedrettin Tuncel ve Prof. Dr. İrfan Şahinbaş’a verilir. Tiyatro Enstitüsü Öğretim Yönetmeliği de 1 Haziran 1957’de yürürlüğe girer. Aynı enstitü süreç içinde kürsüye ve seksenli yıllarda da, Oyunculuk, Yazarlık, Tiyatro Tarihi ve Teorisi dallarıyla bir Tiyatro Bölümü’ne dönüşür. Bugün, tiyatro kültürümüze, araştırmaları, incelemeleri, bilimsel çalışmaları ve tezleriyle katkıda bulunmuş ve bulunmakta olan pek çok tiyatro uzmanının, enstitüden bölüme uzanan süreçte bu okuldan yetiştiği söylenebilir. Prof. Dr. Melahat Özgü, Prof. Dr. Sevda Şener, Prof. Dr. Metin And, Prof. Dr. Özdemir Nutku, Prof. Dr. Sevinç Sokollu, Prof. Dr. Nurhan Karadağ, Prof. Dr. Ayşegül Yüksel, Prof. Dr. Murat Tuncay, Prof. Dr. Hülya Nutku, Doç.Dr. Tahsin Konur ve pek çok akademisyen ve araştırmacı gibi.
1974-75 Eğitim-Öğretim yılında, İzmir’de Ege Üniversitesi’ne bağlı, Fakülte çatısı altında bir tiyatro bölümü daha kurulur. DTCF-Tiyatro Bölümü profesörlerinden Prof. Dr. Özdemir Nutku’nun çabalarıyla kurulan bu bölüm, süreç içinde Oyunculuk, Yazarlık ve Sahne Tasarımı sanat dallarıyla Dokuz Eylül Üniversitesi’ne bağlanır. Günümüzde de aynı sanat dallarıyla, Prof. Dr. Murat Tuncay’ın yönetiminde eğitimini sürdürmüştür. Şimdilerde Narlıdere yerleskesinden merkez yerleşkeye taşınmak durumunda bırakılan okul yeni sorunlarla yolculuğuna devam etmektedir.
Seksenli yıllarda konservatuvarlar Yüksek Öğretim Kurumu’na bağlanır. Bölgelerde yeni üniversitelerin açılmasıyla, tiyatro okullarının sayıları da çoğalır. Günümüzde; kimi konservatuvar olarak, kimi de fakültelere bağlı olarak yapılanmış biçimleriyle bu okullar eğitim-öğretimini sürdürmektedir. Mevcut Tiyatro okulları yapılanma açısından yedi değişik biçimde şöyle programlanmışlardır:
1. Bir Tiyatro Araştırmaları Enstitüsünden, önce kürsüye, sonra birime, daha sonra Oyunculuk, Yazarlık Ana Sanat Dallarıyla Tiyatro Tarihi ve Teorisi Ana Bilim Dalı’ndan oluşan Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ne bağlı Tiyatro Bölümü
2. Oyunculuk, Dramatik Yazarlık ve Sahne Tasarımı Ana Sanat Dallarından oluşan Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi’ne bağlı Sahne Sanatları Bölümü, Atatürk Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi’ne bağlı ve Kocaeli Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi’ne bağlı yine aynı ana sanat dallarından oluşan Sahne Sanatları Bölümleri.
Onsekiz Mart Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi’ne bağlı, yalnızca Oyunculuk Ana Sanat Dalı’yla eğitimini sürdüren Sahne ve Görüntü Sanatları Bölümü. Ayrıca Süleyman Demirel Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi’ne bağlı, şu anda Oyunculuk ve Tasarım Ana Sanat Dallarının öğrenci almadığı, yalnızca Dramatik Yazarlık Ana Sanat Dalı’yla işlevini sürdüren Sahne Sanatları Bölümü.
Uludağ Üniversitesi’ne bağlı Oyunculuk ve Dramatik Yazarlık Ana Sanat Dallarıyla 2007-2008 akademik yılında eğitim-öğretime başlayan (Geleneksel Tiyatro Ana Sanat Dalı da 2010-11’de devreye girecek biçimde planlanmıştır.) Güzel Sanatlar Fakültesi bünyesinde Sahne Sanatları Bölümü, Muğla Sıtkı Koçman Ü, Bodrum Güzel Sanatlar Fakültesine bağlı Sahne Sanatları Bölümü, Medeniyet Ü., GSF Tiyatro ve Sahne Sanatları Bl, Malatya T.Özal Ü, GSF, Tiyatro Bölümü,
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi’ne bağlı Sahne Sanatları Bölümü.
İstanbul Aydın Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesine bağlı Drama ve Oyunculuk Bölümü.
Yeditepe Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi’ne bağlı ve yalnızca Oyunculuk eğitimi verenTiyatro Bölümü.
Beykent Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi’ne bağlı yalnızca Oyunculuk eğitimi veren Tiyatro Bölümü.
Maltepe Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi’ne bağlı yalnızca Oyunculuk eğitimi veren Tiyatro Bölümü, İstanbul Topkapı Üniversitesi, Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi'ne bağlı Tiyatro Bölümü
3. Bilkent Üniversitesi, Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’ne bağlı Oyunculuk ve Rejisörlük Sanat Dallarından oluşan bir başka farklı yapılanmaya sahip Tiyatro Bölümü
Ordu Üniversitesi- Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’ne bağlı Tiyatro Bölümü.
4. İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi’ne bağlı Tiyatro Tarihi ve Eleştirmenliği Ana Bilim Dalı.
5. Bir başka yapılanma; Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi’ne bağlı Sahne Dekor ve Kostümleri Bölümü
6. Hacettepe, Zonguldak- Bülent Ecevit, Mimar Sinan, Anadolu, Selçuk, Çukurova, Haliç, Okan, Doğuş, Nişantaşı, Gelişim, Bahçeşehir gibi üniversitelere bağlı, yalnızca Oyunculuk eğitimi veren konservatuvar-oyunculuk bölümleri. Bunların bir kısmı Sahne Sanatları, bir kısmı Tiyatro, bir kısmı da Oyunculuk adı altında eğitim veren programlar. Ayrıca disiplinler arası eğitimi-öğretimi hedeflemiş Sanat ve Tasarım Fakültelerine bağlı Sanat Yönetimi bölümlerinde de kısmen de olsa tiyatro eğitimi verilmektedir.
7. Kıbrıs’ta Yakın Doğu ve Girne Amerikan Üniversiteleri’ne bağlı, yalnızca Oyunculuk eğitimi veren Tiyatro Bölümleri
Bölgelerde yeni üniversitelerin açılmasıyla, tiyatro okullarının sayıları da böylece çoğalır. Günümüzde; kimi konservatuvar olarak, kimi de fakültelere bağlı olarak yapılanmış biçimleriyle bu okullar eğitim-öğretimini sürdürmektedir. Dikkat edilirse birkaç üniversite-GSF’nin dışında ağırlıklı olarak yalnızca Oyunculuk eğitimi vermektedir. Sanki tiyatro salt oyunculuk eğitimi verilerek kotarılan bir meslekmiş gibi. Öğretim elemanlarının nitelikleri ve nicelikleri göz önüne alındığında son derece yetersiz bir eğitim verildiği tartışılmaz bir gerçektir. Tiyatro pek çok farklı alanın eşgüdüm içinde sentezlenerek var olan bir sanattır. Halk tiyatrosu ya da geleneksel tiyatro veya çocuk ve gençlik tiyatrosu düşünüldüğünde pek çok eksiğimizin olduğunu söylemekte de yarar vardır.
Mezunlar ve Sorunları
Kuşkusuz bu eğitim kurumlarının kimilerinde, gerek tiyatronun ve tiyatro eğitiminin ülkemizde yaşadığı tiyatral ve akademik sorunlardan kaynaklanan eksiklikleri vardır. Bu sorunlar mutlaka tartışılması ve çözümlenmesi gereken, tiyatromuzun geleceğini de ilgilendiren ciddi sorunlardır. Okulların yapılanmasından, üniversitelerdeki standartlaşmış eğitim anlayışıyla özgün tiyatro eğitiminin her zaman çakışmamasından, meslek eğitimi veren konservatuvarların üniversitelere bağlanmasından kaynaklanan bir takım sıkıntılar, giriş sınavları, puanlar vs., jüriler, eğitimin ilkeleri, eğitmenlerin niteliği ve niceliği, fiziksel alt yapı konularında pek çok sorun vardır. Bunlar zaman içinde, mutlaka çözüm bekleyen sorunlardır. En kısa zamanda geniş çapta bir tiyatro eğitimi kurultayı toplanıp konular tartışılıp, en azından sorunların saptanması gerçekleştirilmeli, ardından adım adım çözüme doğru ortak ilkeler ve esaslar belirlenmelidir. Bu işin bir yanı ve en önemli yanıdır.
Bir yanı da, tiyatro okullarının sayısıyla ilgilidir. Genel olarak, özellikle merkezdeki tiyatro insanları, ödenekli tiyatrolardaki oyuncular, taşrada kurulan tiyatro okullarına mesafeli bir tutumla yaklaşmaktadır. Bu doğal bir tepkidir. Çünkü hiçbir tiyatro insanı ya da profesyonel bir oyuncu, karşısında elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen, diksiyonu ve artikülasyonu bozuk, düşünmeyen, hissetmeyen ve duyarlığı olmayan bir oyuncu-yazar-yönetmen-dramaturg-tasarımcı istemez. Bu işin bir yanı ve kesinlikle tartışılması gereken yanıdır. Tartışma platformları oluşturularak ve mutlaka “iletişim” kurularak, belli bir organizasyon ve koordinasyon dahilinde süreç içinde elbette çözülmelidir. Ayrıca ödenekli tiyatrolarda oyunculuk yapan ve eğitim-öğretim sürecine katkıda bulunmak isteyen uygulayıcıların da bir akademik disiplinden geçerek, bu sürecin getirilerini, sıkıntılarını, güçlüklerini ve sistematiğini öğrenmeleri ve mutlaka yaptıkları araştırmaları, çalışmaları –ister pratik, ister kuramsal- bilimsel bir metotla ve mutlaka eğitimin sistematiği içinde bir ürüne dönüştürmeleri gerekmektedir. Çünkü akademik disiplin sanatsal disiplinle koşutluk içerisinde ele alınması gereken bir zorunluluktur ve mutlaka uzun soluklu bir yöntem gerektirir. Usta oyunculuk ya da uygulayıcılıkla akademik disiplin ve bilimsel yöntem birbirinden farklı şeylerdir. Bu süreci geçtikten sonra belki akademik eğitime yöneltilen eleştiriler ciddiye alınabilir ve bilimsel bir platformda tartışılabilir. Bu nedenle tiyatro eğitimini, hedefleyen ve yeni açılan her kuruma, ya da okula, karşı çıkmaktan daha çok, bu sürece daha bütünsel ve rasyonalist bir bakış açısıyla bakılması ve çözüme yönelik bir tutum izlenmesi gerekmektedir. Bu da şu demektir; Ödenekli tiyatroların (Devlet Tiyatroları ve İstanbul Şehir Tiyatroları) görevleri bellidir. Personel kapasitesi de bellidir. Ayrıca merkeziyetçi bir yapıda örgütlendikleri için Türkiye’nin dört bir tarafına yetişmeleri pratik olarak güçlükler getirmektedir. Bu doğaldır.
Doğal ve gerçekçi olmayan şudur: Sürekli genç nüfusa sahip olmakla ve sayısal olarak 80 milyona ulaşmakla övünen bir toplumuz. Ankara ve İstanbul’u, henüz kuruluşunun üçüncü yılı dolarken sorunlarıyla gündeme gelen İzmir'i, İzmit’i, Eskişehir’i ve yıllardır uzak olduğum ve sorunlarla yüklü olduğunu tahmin ettiğim Adana, alelacele ve tüm eksikleriyle kurulmuş ve yerli yerine bir türlü oturamayan Mersin'i dışarıda tuttuğumuzda, hangi ilimizde, yerel yönetimlerin kendi talebi ve gönlüyle, sağlıklı biçimde işleyen bir tiyatro örgütlenmesi vardır? Kaldı ki yerel yönetimlerin temel görevlerinden biri, yerel halkın sosyal ve kültürel gelişimine katkıda bulunmak üzere sanat kurumlarının açılışına öncülük yapmak ve destek olmak değil midir? Türkiye’de seksenin üzerinde vilayet ve 7 bölge olduğuna göre, her bölgede, “Bölge Tiyatrosu” ya da “Şehir Tiyatrosu” biçiminde yapılanmış en az 5 tiyatro kurumu olduğunu düşlersek, kaba bir hesapla, bu 35 tiyatro demektir. Her birinde; oyuncu, yazar, yönetmen, dramaturg, tasarımcı ve teknik elemanlarıyla en az 50 personel çalıştığını var sayarsak, bu demektir ki, normal koşullarda 1750 tiyatro çalışanına ihtiyaç var demektir. Şu anda varlığını sürdüren yaklaşık 35 okul olduğuna göre, her birinin yılda ortalama 15 mezun verdiğini varsayarsak, her yıl 550 civarında mezun veriyor demektir bu okullar. Bu sayı yeterli midir? Elbette değildir. Muhtemelen her bölgede süreç içinde 5 bölge tiyatrosunun da yetmeyeceğini de var saymak gerekiyor…
Ayrıca, yetmişli yıllardan bu yana, ilk ve orta öğretimde “Drama” derslerinin yararı ve gerekliliği üzerine konuşulmakta ve tartışılmaktadır. Aradan neredeyse 45 yıl geçmiş, yeni eğitim fakülteleri açılmıştır ve bu okullarda, dramayla öğrenme ve öğretme teknikleri ve yaratıcı drama üzerine pek çok çalışmalar yapıldığı ve dersler konulduğu halde, bir türlü, bu konuda tiyatro bölümleriyle organize edilmiş ve koordineli bir çalışma sürecine girilememiştir. Ayrıca özellikle eğitim fakülteleri müfredat programlarında yer alan yaratıcı drama, tiyatro ve canlandırma, konuşma eğitimi, dramatizasyon, sahne sanatları gibi pek çok ders ciddi kredi değerine sahip zorunlu dersler olmasına rağmen bu dersleri alan dışından eğitmenler sürdürmektedir. Ya da kısa dönem drama kurslarına katılmış eğitmenler tarafından verilmeye çalışılmakta, bu uygulama da derslerin amacından sapmasına neden olmaktadır. Kaldı ki pek çok fakültede yaratıcı drama, dramatizasyon ve tiyatro, Türk tiyatrosu, sahne uygulaması ve düzgün konuşma gibi dersler zorunlu ya da seçmeli dersler niteliğinde müfredat programlarında yer almakta, tiyatroyla, nadiren yalnız seyirci olarak ilgilenen ya da hiç ilgilenmeyen eğitmenler tarafından bu dersler götürülmektedir. Drama ve tiyatronun hayatımızın bir parçası olduğu ve hayatı öğrenmede, öğretmede, en başarılı ve insana yakışır yöntemlerden biri olduğu tartışmasız kabul edildiği halde, bir türlü bu alanlarda tiyatro bölümü mezunları istihdam edilememektedir. Ayrıca okul öncesinden lise eğitimine dek drama dersleri ve tiyatro çalışmalarının öğrencinin gelişimindeki önemi kavranarak müfredat programlarında bu alana yönelik dersler ve ek çalışmalar konulmasına rağmen, her nedense bu derslerin ve etkinliklerin sorumlu liderleri tiyatro eğitimi almış mezunlar değildir.
Öte yandan tiyatro bölüm mezunları da bu tür alanların tiyatronun yaygınlaşmasının önemini kavrayamamış bir halde, ya ödenekli tiyatroların kapılarında birikmekte, ya da İstanbul’da TV, dizi film, seslendirme piyasasının acımasız dişlileri arasında yok olup gitmekte veya bireysel olarak atı alıp Üsküdar’ı geçmektedir. Eğer sanat, hele temel öğesi insan olan tiyatro sanatı söylendiği ve kabul edildiği gibi; insanın vicdanıyla hesaplaşmasına olanak sağlayan, bu bağlamda insanın ufkunu genişleten, onun kendini, karşısındakini, ülkesini, dünyayı, kısaca hayatı anlamasına yardımcı olan ve böylece ona yaşama coşkusu kazandıran bir var olma eylemiyse ve dolayısıyla; bireyin psikolojik, sosyal, kültürel, siyasal ve daha pek çok alanda uygarlaşmasına ve dolayısıyla sorunları aşmasına katkıda bulunan bir sanatsa ve bu düşüncelerden hareketle Okul Öncesi’nden Lise öğretimine dek müfredat programlarında yer alıyorsa, neden bu dersleri ve etkinlikleri tiyatro okullarından mezun olanlar değil de alan dışı, tiyatro ve sanat eğitiminden bîhaber, dahası seyirci olarak dahi tiyatro etkinliğinin içinde yer almamış öğreticiler götürmektedir? Eğitim fakültelerinde ve diğer fakültelerdeki drama, güzel konuşma, dramatizasyon, tiyatro ve canlandırma ve sahne sanatları gibi farklı isimlerle programlarda yer alan tiyatro derslerini neden tiyatro mezunları liderler götürmez? Bu soruların yanıtları da tiyatro mezunlarının istihdam sorunuyla iç içe verilmesi gerekmektedir. Anaokulundan, üniversite eğitimine dek uzanan süreçte, her yıl, tiyatro eğitimi almış donanımlı bir öğreticiden drama ya da tiyatro dersi alan, oyun üreten, tiyatronun farkında olan, eğitilmiş bireylerin, herhalde bulundukları yörelerin sorunlarının çözümünde de tartışılmayacak katkıları olacak, çözüm üretmede belirleyici görevler üstlenecektir. Bu çerçevede düşünüldüğünde bu kadar sayıda tiyatro okulunun dahi, eleman yetiştirmede yeterli olamayacağı görülecektir.
Ödenekli tiyatrolar ve piyasa dediğimiz, sanatı ve sanatçıyı sığlaştırıp verimsizleştiren ve en önemlisi bencilleştiren o televizyon programları ve dizi film piyasası tiyatro mezunlarının tek seçeneği değildir. Eğitimciliğe soyunan içimizdeki kimi insanların, “biz piyasaya oyuncu yetiştiriyoruz” diye övündüklerini ve bundan kendilerine pay çıkarttıklarını, eğitim camiasının içinde bir kişi olarak yakından biliyorum. Bu övünülecek bir gelişme değildir. Bizler “Tiyatro” eğitimi veriyoruz. Aslolan “Tiyatro” dur. Kuşkusuz mezunlar televizyonda, radyoda, ödenekli tiyatrolarda yer alacaktır. Ancak, özellikle televizyon, dizi film piyasasında, total olarak medya koşullarında, ürkütücü boyutta bir sömürü mekanizması da oluşmuştur. Tiyatro eğitimi almış bir kişinin, astronomik ücretler alan kimi insanların arkasında, bilmem kaçıncı sınıf rollerde, çok az bir ücrete çalışması da hiç akıl kârı değildir
Sonuç olarak şu söylenebilir; Var olan otuzbeşe yakın tiyatro okuluyla Türkiye’de tiyatro eğitimi sürdürülmektedir. Tiyatro mezunlarının kuşkusuz istihdam sorunu vardır. Ancak, üniversitelerin temel bilimler fakültelerinden, ziraat fakültelerinden ve daha pek çok fakültelerinden “mezun olanlar kadar” istihdam sorunu vardır. Kuşkusuz bu tiyatro okullarının eğitim alanındaki sorunları çözülmeli ve eğitimin niteliği yükseltilmelidir. Ama her yeni açılan okula karşı çıkmak, mezunlar işsiz kalıyor, nitelikli tiyatrocu yetişmiyor, o halde tiyatro okulları açılmasın gibi bir yaklaşım duygusal açıdan ve kısa vadede haklıymış gibi görünse de, uzun vadede, bütünsel ve akılcı açıdan bakıldığında ve ülke geneli düşünüldüğünde, yukarıda sözünü ettiğim, geleceğe yönelik planlamalar ve mutlaka gerçeğe dönüştürülmesi gereken öneriler ve uygulamalar ışığında biraz kötümser ve seçkinci olarak değerlendirilebilir.
O halde, yerel yönetimler; temel görevleri gereği bu tiyatro ve sanat konusuna gereken önemi ve özeni göstermeli, öte yandan okullarla yerel yönetimler arasında bir koordinasyon ve planlama mutlaka yapılmalı, tabii ki öncelikle “iletişim” kurulmalı, ayrıca Milli Eğitim müfredat programlarında, yine belli bir koordinasyon ve planlama dahilinde “Drama” dersleri tiyatro mezunları tarafından verilmeli, Yüksek Öğretim Kurumlarında tiyatro alanındaki dersler yine tiyatro mezunları tarafından götürülmeli, gerek ödenekli tiyatrolar, gerek özel tiyatrolar ve de buralarda çalışan tiyatrocular da, bu okulların varlığını kabullenerek, akılcı ve ortak bir yaklaşım içinde geleceğe yönelik umutlu planlar ve programlar tasarlamalıdır.
Ülkemiz büyük ve genç nüfusa sahip bir ülkedir. Tiyatro okullarından mezun olanların ülke çapında, tiyatronun her alanında yapacak pek çok işi vardır. Gerek yüksek öğretim kurumlarında, gerek milli eğitim çatısı altındaki okullarda, gerek yerel yönetimlerde ve gerekse ödenekli ve ödeneksiz tiyatrolarda. Önemli olan tiyatro sanatının bir toplumun uygarlaşmasında ve gelişmesindeki katkısına, rolüne inanmak ve bu doğrultuda bir strateji geliştirmektir. Ülkemiz büyük, yolumuz uzun ve güçtür. Ama bu yol mutlaka aydınlığa, ışığa çıkmaktadır. Yeter ki inançlı, umutlu ve kararlı, kimlik sahibi insanlar yetişmesine katkıda bulunalım.